lady q  


Çocuk İstiyorum Dayanışma Derneği – Tüp Bebek

Tüp bebek başarı hikayeleri : Ben de Savaşı Kazandım…

Tüp bebek başarı hikayeleri : Ben de Savaşı Kazandım…

Geçen sene yine bu zamanlar çocuk sahibi olma yolunda yaşadıklarımı ve çok kötü bir şekilde sonuçlanan hamilelik sürecimi anlattığım bir mektup yazmıştım. Siz de yanıt olarak bana öykümü ağlayarak okuduğunuzu, ancak elinizden dua etmekten başka bir şey gelmediğini, mübarek kadir gecesine rastlayan o günün gecesinde dua edeceğinizi yazmıştınız. Geçen yıl 15 Ekim tarihinde 8.5 aylık bir erkek çocuğu ölü olarak dünyaya getirmiştim. Tanrı o kadar büyük ki, bu yıl yine aynı gün sağlıklı bir kız çocuğu verdi bana. Bu büyük rastlantı Tanrının bir mucizesi olsa gerek. Hem de tedavi görmeksizin kendiliğinden hamile kaldım.

Öykümü ayrıntılı olarak yazdığım eki size gönderiyorum. Sitenizin “Savaşı Kazananlar” bölümünde yayınlarsanız bebek bekleyen diğer tüm arkadaşlara umut kaynağı olacağını düşünüyorum. Şimdiden iyi bayramlar, sağlık ve mutluluklar dilerim.

Herkese Merhaba,

Sonunda benim de “Savaşı Kazananlar” bölümünde yayınlanabilecek bir öyküm oldu. O kadar mutluyum ki…

Ben 15 yıllık evli ve 38 yaşındayım. Bu siteyi takip eden herkes gibi çocuk sahibi olabilmek için yıllar harcayan biriyim. Evliliğimizin ilk üç yılından sonra biz de herkes gibi bir çocuk sahibi olmak, yuvamıza daha da mutluluk katmak istedik. Fakat bu bizim için o kadar kolay olmadı. İlk basit tedaviler bir sonuç vermedi. Dört kez aşılama denedik, bir sonuç alamadık. Eşime varikosel teşhisi kondu, ameliyat oldu, sonuç değişmedi. Gittiğimiz bütün doktorlar aslında kayda değer bir sorunumuz olmadığını söylüyorlardı. Bunun üzerine tüp bebek denemeye karar verdik. İlk deneme başarısızlıkla sonuçlandı. Oysa ki benim tam 15 yumurtam olmuş, bunlardan 9 tanesi döllenmiş, 6 tanesi ise transfer edilmişti. Buna rağmen hiçbiri tutmamıştı. Sonucu öğrendiğimde yaşadığım hayal kırıklığını sözlerle ifade edemem.

Bu deneyimden sonra artık çocuk sahibi olamayacağıma kanaat getirip, bir doktora programına devam etmeye başladım. Bu sırada bir yakınımızdan gideceğim doktorun adresini edindim. İçimdeki ateş yeniden alevlendi. Bir kez daha neden denemeyelim? Eşimle İstanbul’a giderek tedaviye başladık. Doktor şansımızın %47 olduğunu söyledi. Bu oldukça yüksek bir yüzde idi. İşler yine yolunda gitti. Tam dört tane iyi kalitede embriyo naklettiler ve heyecanlı bekleyişe başladık. Doktorumun “Münevver hanım gebesiniz” dediği anı hiç unutamıyorum. Bu hayatım boyunca duymak istediğim fakat duyacağıma olan inancımın gittikçe azaldığı bir cümle idi. Eşime telefon ederek durumu bildirdiğimde o da dünyanın en mutlu insanı oldu. İzmir’e dönüp hamileliğimi yaşamaya başladım. Her şey yolunda gidiyordu taki 14 Ekim 2003 gününe kadar.

O gün bebeğimin hareketlerini hissetmedim. Çok panik olmuştum. Eşim bir şey olmayacağını benim çok takıntılı olduğumu söyledi fakat gece saat 10’da Ege Üniversitesi Hastanesi acil servisine gittik. Beni hemen doğumhaneye gönderdiler. Orada bakan ilk doktor bebeğin kalp atışlarının olmadığını yani bebeğin ölmüş olduğunu söylediğinde dünya başıma yıkıldı sandım, hiçbir şey söyleyemedim, ağlayamadım, ne olur başka bir aletle de bakın, NST çekin diye yalvardım sadece. Fakat hepsi boşunaydı, belki on tane doktor gelip baktı ve hepsi de aynı şeyi söylediler. Dışarıda eşimin yanına gidince ağlamaya başladım. O da çok şaşkındı. Hemen doktorumuzu aradı. Doktorum da şaşırdı çünkü daha 15 gün önce kontrole gitmiştim, her şey yolundaydı ve Kasım’ın ilk haftası doğum olur demişti. Beni eve göndermediler. Eşim annemlere haber vermiş, onlar da perişan halde hastaneye koşmuşlar. Beni ertesi gün sezaryen yapmaya karar verdiler. Sakinleştirici yaptıkları için o gece hiç ağlamadım, fakat uyumadım da. O gece benim ve canım yavrumun birlikte son gecesi olacaktı. Onu okşayarak sabah oldu.

Sabah gelen doktor belki de benim için tarihi bir karar vermişti. Sezaryenden vazgeçmiş, suni sancı vererek normal doğum yaptırmaya karar vermişti. Böylece yeni bir hamilelik için fırsat yaratılmış olacaktı. Ben ağlıyordum, benim için artık böyle bir durumun söz konusu olamayacağını, artık her şeyin bittiğini söyleyip duruyordum. Doktor ise bu gibi durumların sıkça yaşandığını, rahimin öğrenen bir organ olduğunu, bir kez hamile kaldıktan sonra ikincinin daha kolay olacağını ancak ikinci hamileliği çok sıkı kontrol etmek gerektiğini söylüyordu. O gün saat 3.00 sıralarında doğum gerçekleşti. Ertesi gün de hastaneden ayrıldım. Eve gelip de bebeğimin odasını, beşiğini ve eşyalarını gördüğümde deliler gibi ağlamaya başladım. Annemle babam hemen bunları ortadan kaldırdılar. Eş-dost gelerek veya telefon ederek acımı paylaştılar. Doğum sonrası iznim bittikten sonra çalışmaya başladım. İkinci dönem mümkün olduğu kadar fazla ders alarak kendimi meşgul edip bu duygulardan kurtulmaya çalıştım. Haftada 33 saat dersim vardı, doktora programına devam ediyordum ve eşimin bilimsel çalışmalarına yardım ediyordum. Başımı kaşıyacak vaktim yoktu. Ara sıra gelen ağlama krizleri dışında da oldukça iyiydim.

Aradan üç ay geçti. Eşim hamilelikte aldığım kiloları hala veremediğimden, bunun için yeterli çabayı göstermediğimden yakınmaya başladı. Bana bir antrenman programı hazırlamıştı. Başlangıçta bu programa uyuyordum fakat son haftalarda pek yapmamaya başlamıştım. Çünkü reglim gecikmişti. Daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı. Aklıma ilk gelen bir myom veya tümör olma olasılığı idi, fakat kafamın içinde bir ses “belki de hamileyimdir” diyordu. Bu nedenle antrenman programını bir süre aksattım. Bir gün artık bir test yapmaya karar verdim. Sonuç “pozitif”ti. Yani HAMİLEYDİM. Eşime bunu gösterince adamcağız ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi. Açıkçası ikimiz de fazla sevinemedik, çünkü hamile kalmak demek bebeği kucağımıza alacağız demek değildi.

Bir süre sonra arkadaşımın doktoruna gittik. Ege üniversitesi hastanesindeki doktor da 8 haftalık hamile olduğumu söyledi. Ben rapor falan almadan o yoğun tempoda çalışmaya devam ettim. Bir önceki yıl rapor almış, yerden çöp bile kaldırmamış ancak bebeğimi yine de kaybetmiştim. Bu kez onu ben değil Tanrı ve melekleri korusun diyerek çalışmaya devam ettim. Ağustos ayına kadar herşey çok iyi gitti. 15 Ağustostaki muayenede amniyon sıvısında bir azalma tespit etti doktorum ve beni çok sık görmeye başladı. Önce haftada bir sonra iki kez gittim hastaneye. Bu durum 15 Ekim’e kadar devam etti. 15 Ekim’deki muayenede sıvı tamamen bittiği, bebek sıkıntıda olduğu için beni acilen ameliyata almaya karar verdi. Bunu öğrenince tansiyonum aniden fırladı. Çünkü 15 Ekim benim geçen yıl bebeğimi ölü olarak dünyaya getirdiğim tarihti, böyle bir rastlantı beni allak bullak etti. Hemen eşime haber verdim, o da annemleri aramış, bebeğin ve benim eşyalarım hazırdı zaten. Acilen doğumhaneye gittim ve 20 dakika içinde dünyalar tatlısı bir kızım oldu. Sorduğum ilk soru “sağ mı?” oldu. Şükür Tanrıma sağ salim doğmuştu bebeğim. Hem de 36. haftada doğmasına rağmen 3 kilo ağırlığında 46 cm. olarak. Üç gün hastanede kaldıktan sonra eve geldik. Eşim buna hiçbirşey almayacağız, ceketimin üzerinde yatıracağım onu demişti, bu nedenle eve geldiğimizde bebeğimizin yatacak yeri hazır değildi. Ben daha önce aldığımız beşiği kullanmak istemedim. O zaten biraz büyükçe bir karyola idi, gidip ufak bir şey aldık. Eş-dostun getirdiği hediyeler ile ve önceki bebeğe aldığımız şeyler ile idare ediyorum. Allah sağlık versin, gerisi hiç önemli değil.

Geçen sene yaşadığım olaydan sonra Sibel hanım’a bir mektup yazmış ve öykümü detaylı olarak anlatmıştım. O zaman hikayemi şöyle bitirmiştim: “Biz kullar herşeyi planlıyor, programlıyoruz kendi çapımızda. Fakat işler her zaman bizim istediğimiz gibi olmuyor. Bu olay bana Allah’ın herşeyi yönettiğini ve onun isteği olmadan herhangi bir şeyin gerçekleşmesinin imkansız olduğunu bir kez daha gösterdi. Ne tıp, ne teknoloji, ne kişinin azmi ve kararlılığı, hiçbir şey…. Eğer kaderde yazılmışsa ne yaparsan yap o başa geliyor. Geriye dönüp baktığımda bir çocuk sahibi olmak için de, hamile kaldıktan sonra onu sağ salim dünyaya getirmek için de ne gerekiyorsa fazlasını yaptığımı görüyorum, fakat o yine de sağlıklı olarak doğmadı. Çünkü benim kaderimde bu çocuğa sahip olmamak ve bunun kaybı ile meydana gelecek üzüntüyü yaşamak varmış. Belki de kaderimde hayatımı çocuk sahibi olmadan sürdürmek var. Kim bilebilir? Benim tatlı bebeğim sessiz sedasız terk etti bu dünyayı. Öldüğünü nasıl anlayamadım? Nasıl fark edemedim? Elimden neden hiçbir şey gelmedi? Artık bunları düşünmek için çok geç. O artık bir melek oldu. Öbür dünyada, belki de geçici olmayan, tek dünyada annesini bekleyecek. Belki ben bu kısa hayatı onsuz, onun için duyduğum umutları ve daha sonra yaşadığım üzüntüyü hatırlayarak geçirdikten sonra öldüğümde o beni cennetin kapısında karşılayacak ve ona sarılıp, onunla birlikte koyun koyuna diğer hayatımı geçireceğim. Kişinin iyi mi kötü mü olduğuna ancak Allah karar verir. Fakat ben kendi çapımda iyi biri olduğumu düşünüyorum. O bebek doğsa belki de bir problemi olacaktı ve ben ömür boyu bu üzüntü ile yaşayacaktım. Halbuki onun ölümü için duyduğum bu üzüntü sanırım geçicidir. Başka çocuğum olursa bunu unuturum. Olmazsa da zaman herşey için en iyi ilaç. Elbette bu günler geçince onun acısı da hafifleyecek ve sonra yok olmaya yakın hale gelecek. Benim için 15 Ekim tarihi bebeğimin doğum günü olarak ve onu kaybettiğim gün olarak yaşayacak sadece.

Bu olayın benim için en iyi yanı ise eşimle birbirimizi gerçekten çok fazla sevdiğimizi anlamamıza yardımcı olması. Bu olayın benim için hayati risk oluşturduğunu öğrendiğinde beni benden ayrılamayacak kadar çok sevdiğini fark etmiş olması çok güzel bir duygu. Diğer iyi yanı ise benim de diğer kadınlar gibi hamile kalabileceğimi görmüş olmam. Evet, sonuna kadar gidemedim, onu kucağıma alamadım ama onu 8.5 ay karnımda taşıdım. Onun kıpırdanışlarını hissettim. Onunla bir bağ oluşturabildim. Allah inşallah başka bir bebek daha nasip eder fakat olmazsa bile bu duyguyu hayatımda bir kez bile yaşamış olmak, hiç yaşamamış olmaktan daha iyidir.

Benim melek oğlum. Şimdi cennette olduğunu biliyorum. Orada mutlu olmanı ve babanla beni orada beklemeni istiyorum. Bu dünyada olmadı ama öbür dünyada sana mutlaka kavuşacağız. Seni kucaklayıp doyasıya öpeceğiz. Benim mis kokulu oğlum….

Hoşçakal……………”

Evet bu satırları okurken şimdi bile duygusallaşıp ağlıyorum. Fakat Tanrı bana bu acıyı unutturmak için, hatta 15 Ekim Tarihinde üzülüp yas tutmamamı sağlamak için kızımın doğumunu gerçekleştirdi. Bu tarih artık bizim için mutlu bir olayın yaşandığı tarih olacak. Bebeğimizin adını Büşra koyduk. Sevinçli, müjdeli haber demekmiş. Bizim için çok büyük anlamı olduğunu düşünüyoruz.

Bu uğurda savaş veren herkesin de bir gün başarmasını, bu duyguyu yaşamasını diliyorum. Allah gerçekten çok büyük ve O’nun mucizeleri eminim bir gün diğer savaşanlarda da gerçekleşecektir.

 

Diğer tüp bebek hikayelerini okumak için lütfen bu linki tıklayınız ..

 

 

 

..

Tüp bebek tedavileriniz için Çocuk İstiyorum Formu ile bize ulaşabilirsiniz daha uygun koşullarda tedavi görebilirsiniz.

 
 

 

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 3 YORUM
BİR YORUM YAZ