En Son Veda
Her sabah olduğu gibi o sabah da erkenden gittim… doğa her türlü çirkinliğine rağmen bana panzehir gibi geliyordu… yine o tek zeytin ağacının altına oturdum… sigaramdan çektiğim her nefes beynime pusulanmış duygularımı uyandırdı… zeytin ağacına sarılmış sarmaşıklara dokundum…. gramofon borusu gibi açan eflatun çiçeklerini dudaklarımla okşadım… umutlarım ipi kopmuş kolyeden dağılan inciler gibi darmadağın… hüzünlüyüm… bir masal sandığında açmak istiyordum gözlerimi… mavi olmak istiyorum denizde, berrak bir damla gözyaşı çocuğumun gözyaşlarında…
deniz limanda tıpkı annesinin dizinin dibinde uslu uslu duran çocuk gibi duruyor… gözlerim denize konmuş bir martının ayak izlerine takıldı sonra uzun uzun ona tutundum… hiç bırakmak istemedim alıp götürsün dedim beni buralardan… tez yüklendi hüzünlerim… küçük bir yelkenliye ve ağır ağır yanaştı beynime… ve… ve beynime bir beyaz daha düştü… ey zaman, ey düşkün zaman yine saçıma bir ak düşürdün… ey düş kırıklıklarımı onaran ve beni hayata bağlayacak olan çocuğum…. seni düşünmek te olmasa sen de olmasan ben ne yapardım…. bir elma kokusu gibi hani en ekşisinden, ekşinin en lezzetlisinden bir elma kokusu gibi düşdün aklıma… baksana martılar da gitti… martılar artık denize de konmuyorlar… ben kime tutunayım sende olmasan… böyle darmadağın….
Yine gözlerim yaşardı… gözyaşlarım akmıyor ıslak ıslak duruyor gözümün içinde… kurutmaya çalışıyorum ama bir damlası akıyor yüreğime… yüreğimin taa derinliklerine orada “küçük bir ihtimal de olsa son bir umudum” var onu filizlendirmek için akıyor… yüreğimin içinde kağıttan bir gemi nereye gideceği meçhul… içinde yine bir çocuk ağlaması duyuluyor… uzak çok uzak bir yerden gelir gibi sıkıntılı…… içim daralıyor… canım sıkılıyor… gözlerimi denizin dibinde açmak istiyorum… sonsuza dek… hiç olmazsa bu gece iyi şeyler düşünmek istiyorum… neden istemeyeyim… ben de insanım, benim de itirazlarım var büyük kırgınlıklarım, kızgınlıklarım var bunu sövgülere de dökebilirim… sövgüm kuşkusuz kaderime… şansıma…
annemi düşünüyorum… annem, ağabeylerimin geciktiği geceler, oturup holde nasıl beklerdi babamla birlikte… şimdi gözümden geçiyor… onları düşünüyorum… o nasıl bir duygu ki çocuklarının eve geç geldiği zaman böyle tedirgin beklemek… eski bir film karesi gibi geçiyor gözlerimin önünde… bende istiyorum… o eski film karesinde küçük bir rol de olsa ben de oynamak istiyorum… çocuğumu beklemek… özlemek…
İnsan böyle olunca tüm çocukluğunu, gençliğini yazmak istiyor derinden gelen bir isyan gibi… hani gözünün alabildiğine bakarsınya denize… işin çok zordur ya… gideceğin yer neresi… okyanuslar kıtalar aşacaksınya… oysa şimdiden yorgunsundur… yorulmuşsundur… işte baba olamamak böyle okyanusları aşıp kimselerin bilmediği yerlere götürecek kadar isyan ettirir… bir o kadar da, adım atamayacak kadar da tüketir.. bedenin, beynin, düşüncelerin yorulur bir adım dahi atamazsın… sadece ağlarsın (erkek adam ağlamaz derler ama… sen çocuk gibi ağlarsın) umutların birer birer kırılmışsa.. tek başınaysan… çaresizsen.. beni böyle, bizi böyle, bizleri böyle yalnızlığımıza, acıya terk etmişler… oysa bu da bir hastalık… hastalığın en hümanisti… en acımasızı… insanı derde salıyor…
ümitsiz bırakıyor…. hayallerini yıkıyor geleceğe dair… ama yıkmayalım… birleşelim kazanalım… bunu Sibel Hanım’ın öncülüğüyle bu site aracılığıyla başarabiliriz… Bu her yerde her şeyde böyle mutlaka birleşmeliyiz… Biz kendimizi şanslı saymalıyız… Sibel Hanım gibi insanların karşımıza çıkması çok zor iken, bir o kadar da ihtiyacımız olan insanlardan birisi Sibel Hanım… bunun tedavisi de SSK’larda mümkün olmalı… biz böyle sessiz kalırsak… daha çok acı çekeriz… bence bunu birisinin ciddi olarak TBMM’ye taşıması gerekiyor… biz bu ülkenin vatandaşı değilmiyiz?.. yoksa bizim vatandaşlığımızı versinler bize başka ülkelere gidelim… ……. ……