lady q  


Çocuk İstiyorum Dayanışma Derneği – Tüp Bebek

Tüp Bebek Tedavilerinde yaşla artan riskler ,korkular ve olumlu yanları

Tüp Bebek Tedavilerinde yaşla artan riskler ,korkular ve olumlu yanları

“Yaş 35 yolun yarısı eder”. İnsan daha 35 olmadan, bundan yıllar önce hatta, 35’in bir dönüm noktası olduğunu, şimdiye kadar yukarıya doğru ilerleyen hayat çizgisinde artık aşağı inişin başlayacağını biliyor. Öyle ya, hayatın bir başlangıcı, bir de sonu var, ortalarda bir yerlerde büyüme ve gelişme duruyor, adına yaşlanma demek işimize gelmese dahi başka bir hâle geçiyoruz. Beden, kendi kısıtlamalarına sahip, fiziksel kapasitesi, kendi ritmi, kendi saati var. Ruhsal olarak kaç yaşında hissedersek hissedelim, kemiklerimiz, kaslarımız, kanımızın bedenimizin içinde akışı, azar azar farklılaşıyor. Günden güne değil ama bazen birden bire fark ediyoruz değişikliği. Bazen yaşıtlarımızla karşılaştığımızda farkına varıyoruz geçen zamanın, yaşımızın, karşımızdaki insandaki değişiklikleri fark edince…

Günümüz kadınının hayat koşulları

 Günümüz modern yaşamı, teknolojik ilerlemenin de ötesinde pekçok değişiklik getiriyor. Hayat düzenimizdeki farklılık, eğitim süresinin uzaması, çalışma hayatı, sosyal hayatın canlılığı, kendimizden beklentilerimizi de etrafımızın bizden beklentilerini de değiştirmiş durumda. Genç kalmamız gerek, kendimize iyi bakmamız gerek. “Çocuk da kariyer de” yapmamız gerek. Bir sürü slogan sayabiliriz buna benzer. Durup düşünmeye, yavaşlamaya pek imkan yok. Bir şeye üzülmeye bile vakit yok sanki, hemen bir antidepresana dayanıp durumu atlatmak ve aksama yapmamak gerek. Planlı programlı olmak gerek, hedefli, projeli. Hayatımızı kontrol edebileceğimizi sanıyoruz. Çocuk da aynı şekilde sıraya giriyor çoğu zaman.

Yaşla artan riskler ve korkular

 Ve sıra geldiğinde ise bir bakılıyor ki, yumurtalar azalmış, bunlar zaten belli bir sayıdaymış ve her ay azalmaktaymış… FSH diye bir hormon varmış, yüksek çıkıyorsa tahlillerde işler iyi gitmiyor demekmiş… Beden hiç de sandığımız gibi yerinde durmuyormuş, o başka bir zamanda ilerliyormuş… Hamilelik riskleri artarmış, hamilelik şekeri, tansiyon problemleri, hatta bunlar bebeğin gelişimine zarar verebilirmiş… Annenin ileri yaşı bebekte Down Sendromu gibi kromozom anomalilerine, ya da gelişimsel geriliklere sebep olabilirmiş…

Kadın bedeni en üretken ve doğurgan zamanını 20- 30 yaşlarında geçiriyor. Geleneksel olarak zaten kadının çocuk doğurmasının beklendiği yaş dönemi bu. Sağlıkla doğurması ve büyütebilmesinin en olanaklı olacağı zaman. Yaş ilerledikçe hamile kalma olasılığı azalıyor, anne ve doğacak bebeğin sağlığı açısından riskler çoğalıyor. 30’lu yaşlara gelirken başlıyor kadınlar saatin tik taklarını duymaya, içlerinden biliyorlar zamanın ilerlediğini. Bazen bunu eşlerine, kendisinden çocuk istedikleri adama anlatmakta zorlanıyorlar, erkekler fikren bilseler de içlerinden duymuyorlar o hissi çünkü. Bazen başka şeylere öncelik veriliyor, öğrenime, kariyere, evliliğin oturmasına, ya da bazen hazır olmak bekleniyor. Planlar yapılıp hedefler sıralanıyor ve herşey düzgün gitsin isteniyor. Herşeye hâkim olma duygusuyla, bedene de hâkim olunabileceği yanılsaması yaşanıyor. İnsan kendine yaşlanmayı kondurmuyor.Hatta bunu farkettirecek işaretler atlanabiliyor, haberler duymamazlıktan gelinebiliyor, sınır yok farz ediliyor. Sonra doktor kontrolüne gidildiğinde FSH ya da yumurta sayısı fark edilince ya da olası risklerden bahsedilince büyük bir panik yaşanıyor.

Erkeklerde risk yok mu?

Var elbette, yaşla birlikte erkeklerde de sperm kalitesiyle ilgili değişiklikler görülebiliyor. Sonuçta yaşla birlikte genel sağlık kalitesi değişebiliyor, şeker ya da başka sağlık sorunları da bunda etkili olabiliyor. Fakat kadın yaşı doğurganlığı doğrudan etkilerken erkek yaşının böyle bir doğrudan etkisi yok.

Yukarıda sayılan olumsuzluk ihtimallerinin ötesinde ne var? Yaş bu kadar korkutucu ise ne olacak?

Tıptaki gelişmeler aslında yaşın getirdiği zorlukları aşmayı ve sınırları biraz olsun ötelemeyi vaad ediyor. Ama yine de zamanın ilerlemesini durduramayacağımızı ve bedenin ve tıptaki gelişmelerin de bir sınırı olduğunu kabul etmek gerek.

Diğer taraftan yaşın getirdiği tıbbi risklerin dışında başka bir şeyler daha yok mu? Aslında yaşla değişen başka şeyler de var. Ve bunların hepsi illâ ki olumsuz değişiklikler olmak zorunda değil.

Yaşla gelen olumlu değişimler

İnsan gelişimi bir ömür boyu sürüyor. 30’lu yaşlar da üretme dönemine denk geliyor. İş ve sosyal anlamda da, bir şeylerin üst üste konabildiği, dönüşebildiği, yenilikler üretebildiği bir dönem. Olgunlaşma, isteklerimizi, arzularımızı, kendimizi fark etme, sonra da eksikliklerimizle, yapamadıklarımızla, olamayacaklarımızla bir barış sağlamak demek belki de. Tam da 30’lu yaşlarla birlikte gelen sorgulamalar ve sonrasında hayatın yeni bir dönemine geçiş… Bir anlamda yeniden kabuk değiştirdiğimiz süreç. Günümüzde pekçok kadın çocuk isteğini bu yaşlarda fark ediyor. Bazen başka şeylerden bunu hissetmeye fırsat olmadığından, bazen de bunu hissettirecek bir ilişkinin içinde olmadığından.

Eğer çocuk isteği, bu olgunlaşmayla birlikte geliyorsa bu da doğacak çocuk için olumlu bir zemin demektir. Hayata dair gelgitlerini biraz sakinleştirebilmiş, farklı yönlerini bir arada yaşamaya başlayabilmiş, yeni birine, yani bütün bilinmezliğiyle birlikte bir çocuğa ve kendi yeni var oluş hallerine, yani anne baba olmaya yer açabilmiş bir çift, başlamak için pek fena bir yerde olmasa gerektir.

İdeal zaman var mı?

Geç, neye göre? Erken, neye göre? Herşeyin bir ideal zamanı var mı? İdeal anne, ya da ideal baba, ya da ideal aile, mümkün mü? Hayat, o kadar mükemmel değil, böyle bir “daha iyi” arzumuz bizi gelişime taşısa da, ideali, mükemmeli arayıp da bulamayınca hüsranla herşeyden vaz geçmek bizi bir yere getirmez. Öte yandan herşey tam olsa bir arayışımız olmazdı ki, bu da zaten eşyanın tabiatına aykırı.

Nihayetinde 35 yaş ve sonrası, ne gül bahçesi, ne de cehennem demek. Sağlık ve özellikle üreme ve gebelik sağlığı her yaşta olumsuzluk ihtimalini de barındıran bir alan. Tıp bilimi ve gelişmelerini takip edelim, kendimize kötü davranmayalım. Ama kendimizi de tıbbı da olduğumuzdan daha güçlü görmeyelim. Biz yaşama tutunmaya bakalım. Ne fiziksel kapasitemizi ve onun sınırlarını, ne de duygularımızı yok saymadan yaşayabilmeyi umalım. Pişmanlık ve korkular önümüze gölge etmeden, arzularımızı kaybetmeden…

 

Çocuk İstiyorum Dayanışma Derneği Formu

 
 

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 3 YORUM
BİR YORUM YAZ